Gerçekten komik gelecek ama Londra’ya ilk geldiğimde Hyde Park’ı gezmeye fırsat bulamamıştım. Temmuz ayında tekrar geldiğimde ise bu kez zamanımın bir kısmını ayırarak Westbourne Terrace civarındaki hostelimden yaklaşık beş dakika yürüyüp önce Bayswater Road’a geldim, sonra sola dönüp biraz ilerleyip Victoria Gate’ten içeriye adımımı atarak Hyde Park‘a resmi olarak giriş yapmış oldum.
Bu yazımda Londra Hayvanat Bahçesi giriş ücreti, Hyde Park nerede, Hyde Park Londra, Regent’s Park, Camden Town Nasıl Gidilir gibi konular ile ilgili bilgiler vermeye çalışacağım.
Yazı İçeriği
Hyde Park Gezilecek Yerler
Bu yemyeşil geniş alan genel anlamda Hyde Park olarak görünse de, bu Victoria Gate’ten girildiğinde, ortadaki araba yolunun (The Ring) sağ tarafındaki bölüm Kensington Gardens, sol tarafı ise Hyde Park‘tır.
Ben sağ taraftaki yolu takip ettim. İnsanlar bisiklete biniyor ya da sabah koşularını yapıyorlardı. Biraz yürüdükten sonra Kensington Gardens’ten hemen önce karşıma küçük bir bölüm olan Italian Garden ve içindeki Pumphouse çıktı. İrili ufaklı havuzlar ve içlerinde ördekler, kuşlar falan var. Gerçekten müthiş bir yer. İnsan buralarda hakikaten yaşlanmaz.
Etrafa baka baka The Serpentine ( Parkın içindeki büyük yapay göl ) boyunca aşağıya giden yolu takip ettim. Yol üzerinde Peter Pan heykeli, Queen’s Temple ve biraz daha ileride modern sanat galerisi olan Serpentine Gallery var. Sanat galerileri ilgimi çekmediğinden onun yerine göl kenarındaki banklarda oturup hem biraz dinledim hem de güzel havanın tadını çıkardım..
Her ne kadar Londra’da gezilmesi tavsiye olunan; içinde doğa resimleri, fosiller ve dinozor iskeletleri gibi şeyler bulunan Natural History Museum ile fotoğraf, mücevherat ve tabloların yer aldığı Victoria & Albert Museum, park içindeki The Ring’in Exhibiton Road’a dönüştüğü yolun sonunda yer alsa da sıkılacağımı bildiğimden gitmeyip onun yerine köprüden karşıya geçtim ve parkın tam ortasından yürüyerek Speaker’s Corner‘a gittim. Tabi ağaçlar arasında yürürken yol üzerinde de birkaç arkadaş edindim.
Her neyse, Speaker’s Corner denilen yerde aynı anda birden fazla insan, yüksekçe bir yere çıkıp farklı konularda biraz da birbirlerine muhalif bir şekilde görüş ve fikirlerini anlatıyor kavga çıkarmadan. Yalnız burada tek bir şey ortak, o da hoşgörü. İşte belki de bu yüzden bir İstanbul, bu yönüyle asla bir Londra olamayacak.
Speaker’s Corner’da biraz hikaye dinledikten sonra Bayswater Road üzerindeki zafer takı Marble Arch‘a gelip bir fotoğraf aldım. Marble Arch aynı zamanda buraya en yakın underground istasyonunun da adı.
Hyde Park civarını gezip Park Lane boyunca aşağıya yürüyüp Green Park yanından devam edip Piccadilly’e ve sonunda Leicester Square’e ulaşarak bu bölgeyi kendimce dolaşmış oldum.
Regent’s Park’a Nasıl Gidilir ?
Aynı gün olmasa da Londra’daki son günümde, merkez üssüm olan Lancaster Gate’ten bu kez kuzey yönüne diğer bir büyük park olan Regent’s Park ve Londra Hayvanat Bahçesi (London Zoo) ve hatta Camden Town’a doğru yürümeyi planlamıştım ve bu plan benim için London Zoo’ya kadar dört kilometrelik yorucu bir sabah sporu olmuştu.
Şimdi öncelikle Westbourne Terrace’tan kuzey yönüne doğru gidildiğinde karşımıza Paddington Tren İstasyonu çıkıyor. Bu istasyon Londra’nın en önemli tren istasyonlarından bir tanesi. İstasyonun kuzey tarafında Grand Union ve Regent’s Canal’ın birleştiği yer Little Venice olarak adlandırılıyor. Burada kanal kenarında pub ve cafeler var.
Şimdi hedef, buradan kanal boyunca yürüyüp Regent’s Park’a ulaşmaktı. Burada Venedik‘ten ziyade Amsterdam‘daki gibi sağlı sollu kanal evleri var. Gerçekten bu huzur dolu yerde, belli bir zaman sonra yorgunluktan bedenim titremeye başlasa da, yürümekten inanılmaz keyif aldım.
Kanal dediğim öyle 300-500 metre falan değil. Haritama göre tahmini bir hesap yapmam gerekirse toplam uzunluğu 10-15 kilometre falan diyebilirim. Benim yürüdüğüm kısım ise aşağı yukarı dört kilometreydi. Yerel halk nasıl Hyde Park’ta koşup bisiklete biniyorsa aynısını bu kanal kenarında da yapıyor. Ayrıca gördüğüm kadarıyla kanal boyunca tekne turları da yapılıyor ve Waterbus’larla da Camden Lock’a ulaşılabiliyor.
Bahsettiğim mesafeyi yürüdükten sonra nihayet Regent’s Park’a ulaştım. Burası da yine Hyde Park kadar büyük bir yer. Bayağı yorulduğumdan yirmi dakika falan bankta oturdum, suyumu içtim ve enerji versin diye Cadbury çikolatalarımdan yedim. Sonra paraya kıyıp London Zoo yani Londra Hayvanat Bahçesi‘ne gitmeye kadar verdim. Zaten üç yüz metre falan yakınımdaydı.
Londra Hayvanat Bahçesi
Elime geçen broşürlerden edindiğim bilgilere göre London Zoo, içinde 750 farklı hayvan türünün yer aldığı dünyanın en eski bilimsel hayvanat bahçesiymiş. Genel anlamda öyle çok üst düzeyde bir yer olmasa da yine de en az bir dört saatimi harcadım burada.
Londra Hayvanat Bahçesi giriş ücreti yetişkinler için 31,59 Pound, çocuklar için 22,28 Pound. Bu fiyatlar internet fiyatları. Eğer Londra Hayvanat Bahçesi’nin girişindeki bilet gişesinden alacaksanız fiyatlar 10% daha pahalı olacaktır.
Biletleri online olarak almak için ZSL London Zoo resmi sitesine bakabilirsiniz.
Kolay gezilmesi için bölümlere ayrılmış London Zoo’dan içeri girildiğinde soldan devam edince genişçe kafesler içinde tropik kuşlar bulunuyor. Burada çok fazla zaman harcamaya gerek yok. Sonra ilk olarak gidilmesi gereken yer Penguin Beach. Penguenleri izlemesi gerçekten keyifli..
Londra Hayvanat Bahçesi gerçekten çok büyük bir yer. Burada tam bir gün bile harcansa yine bazı bölümleri görememe ihtimali vardır. Genel olarak ilgi çeken bölümler üç adet gorilin bulunduğu Gorilla Kingdom; sürüngenlerin bulunduğu Reptile House; çeşitli ilgi çekici balıkların bulunduğu Aquarium; maymunların, yarasaların ve sıçanların bulunduğu Rainforest Life; belgesellerden tanıdığımız Afrika canlılarının bulunduğu Into Africa ve Sumatra kaplanlarının bulunduğu Tiger Territory ki burası benim en çok hoşuma giden yerdi. Hele ki beslenme zamanını izlemek ayrı bir keyifti.
Hayvanat bahçesindeki tüm hayvanların belli bir beslenme saati, düzeni ve diyet programı var. O yüzden kesinlikle elinizdeki yiyecekleri vermeyiniz.
Çeşitli bölümleri gezerken birilerinin mikrofonla bir şeyler anlattığını duyacaksınız. Bunlar, o bölümlerden sorumlu kişilerin belli saatlerde oradaki canlılar hakkında verdikleri bilgilerdir. Denk geldi mi dinlemekte fayda var.
Bu saydıklarım dışında daha bir çok bölüm ve içlerinde vahşi hayvanları da barındıran Londra Hayvanat Bahçesi, genel olarak Londra’da turistik yerler bitirildikten sonraki alternatif günlerde gezilebilecek bir yer.
London Zoo’da nihayet işim bittikten sonra sıra, Hyde Park-Regent’s Park Hattı’mın son halkası olan Camden Town’daydı.
Camden Town
Öncelikle Camden Town denilen bölge, bizdeki halk pazarları gibi kalitesiz ama ucuz, gerekli-gereksiz her türlü tıngırtının satıldığı, adım başı t-shirt ve hediyelik eşya ve hatta eski plakların dahi satıldığı dükkanları olan, rock-metalci, punkçı tiplerin dolaştığı ve Londra temalı cep telefonu kabı almadığım için dövünüp durduğum gayet canlı bir yer.
Camden Town’a Nasıl Gidilir ?
Her ne kadar ben Regent’s Park’tan yürüyerek gelmiş olsam da, Camden Town’a gelmek için bulunduğunuz yere en uygun underground kombinasyonunu kullanıp Camden Town istasyonunda inmek gerekir.
Camden Town gerçekten o kadar canlı bir yer ki aradan aylar geçmiş olsa da geceleri nasıl olur acaba diye hala düşünmekteyim. Zaman darlığı yüzünden çok fazla dolaşamasam da kaldığım süre içinde beni etkilemeyi başardı. Fırsat olursa tekrar uğrayacağım…
Artık günümü sonlandırma vakti gelmişti. O kadar yorgunluğun üstüne buradan önce Camden High Street’ten Euston Road’u bulana kadar yürüdüm ve oradan da sağa dönüp ta Baker Street’e kadar Tesco Market bulma ümidiyle gittim. İlk defa bir Tesco Market’te sandviç olmayışına şahit oldum. Onun yerine ortası vanilya kremalı pasta gibi bir şey alıp Baker Street’i yol boyunca katedip Oxford Street’a geldim. Buradan ta Lancaster Gate ve oradan da hostelime kadar yürüyerek işbu 8 Temmuz günü, London Zoo’da katettiğim yollar hariç, toplamda 12 kilometre yürümüş oldum.
Bir sonraki yazımda Bloomsbury izlenimlerimi anlatmaya çalışacağım..
Seyahat fotoğraflarım ve videolarım için beni sosyal medya hesaplarımdan da takip edebilirsiniz.
INSTAGRAM : @seqununseyahatnamesi
Vize ile ugrasmak istemedigim icin suan erteliyorum. 2 sene sonra Finlandiya vatandasligina gecince rahat rahat vizesiz gider gezerim. Guzel bi yazi olmus
İnşallah dediğiniz gibi olur hocam 🙂
ellerinize sağlık son zamanlarda okuduğum en güzel ve en detaylı yazılardan biri. Sanıyorum, diğer yazılarınız da dahil Londra’yı bu kadar detaylı anlatan bir blog yok. Ben de önümüzdeki yaz gitmeyi planlıyorıum.