Yazı İçeriği
Dikilitaş
İlk olarak bize yakın olan Dikilitaş’tan başladık. Sit alanındaki tabelada yazan bilgiye göre bu anıt, MS. 1. yy Roma eseri olup aynı zamanda Beştaş ve Nişantaşı gibi adlarla da anılmaktaymış.
Kare kaide üzerine üst üste konulmuş beş taştan oluşan bir prizmayı andırıyor. Günümüze ulaşamayan altıncı taş ise çift başlı kartal armasıymış. Aşağıdaki fotoğrafta benim çektiğim açıdan bakıldığında bu Dikilitaş’ın arka kısmı üzerinde yer alan Yunanca kitabede de “C.Cassius Asclepiodotus’un oğlu 83 yıl yaşadı.” yazmaktaymış. Bu anıtın sağ tarafındaki alan ise şeftali ağaçlarıyla dolu. Tatları da gerçekten nefis.
Yeraltı Mezarları
Etrafı kısaca bir turladıktan sonra yolumuza devam ettik. Yol üzerinde yer yer içi fazla genişçe olmayan yeraltı mezarlarına rastladık.
İstanbul Kapı
Biraz daha ilerledikten sonra İznik’teki en önemli tarihi yapılardan İznik surlarının İstanbul Kapısı kısmına geldik. Roma ve Bizans döneminde İstanbul’a giden yola ayrılmasından dolayı bu isimle anılmaya başlanmış.
İstanbul Kapı dışta, ortada ve iç tarafta kalan üç adet kapıdan oluşuyor ve günümüzde tali yol olarak kullanılsa da şu an hala trafiğin aktığı antik bir alan görünümünde. Bu şekilde üç aşamalı yapıldığından mimari açıdan İstanbul surlarına benziyor. Yani, zamanında şehre girmek için bu üç engelin de geçilmesi gerekiyordu.
Bu kapıların ortalarında da içi boş oyuklar var. Buralardan kuşatma sırasında giyotin kapılar düşürülüyordu. Ayrıca, düşman bu giyotin kapıları kırmaya çalışırken hemen üstten de kızgın yağlar ve oklar ile etkisiz hale getiriliyordu.
Bu kapıların yanlarında da bitişik oldukları ikişer adet kule bulunuyor. Ortadaki kapının her iki yanındaki bölmelerde ise zamanında heykeller ve anıtlar varmış. O zamanlarda şehrin imarı için yardım eden zenginlerin heykelleri buralarda sergileniyordu. Bir bakıma sponsorluk gibi bir şey.
Yüzyıllar boyunca burası kuşatma altında kaldığından İznik surlarını kuvvetlendirme adına, burayı savunanlar ellerindeki bütün unsurları burada kullanmışlardır. Mesela, İstanbul kapının girişindeki maske yüzlü taşları bile çaresizlikten antik tiyatrodan alıp burada kullanmışlar. Aynı şekilde en dış kısımda da göze çarpan; zırhlı, miğferli, mızraklı askerlerin birbirleriyle olan mücadeleleri işlendiği figürler bile çeşitli yerlerden sökülüp buranın müdafaası için kullanılmıştır.
Şeyh Kutbeddin Camii
İstanbul Kapı’yı şöyle bir gezdikten sonra arabamıza atlayıp İznik Ayasofyası’na doğru yol aldık. Her nasıl olduysa bir yerde inip sokak boyu devam edip kendimizi Şeyh Kutbeddin Camii’nin orada bulduk. Kendisi 15. yüzyıl alimlerinden olup ilk Türkçe ilmihal çalışması yapan kişiymiş. Şu anda Seyahatnamesi’ni okuduğum Evliya Çelebi, bu cami için, “Kurşunsuzdur ama cemaati çok boldur” diyor.
Şeyh Kutbeddin Camii’nin az ilerisinde de İznik Yeşil Camii yer alıyor.
Lefke Kapı
Bu kapının da Lefke Kapı olarak adlandırılmasının sebebi ise buranın 40 km ötedeki Osmaneli’ne o zamanki adıyla Lefke’ye açılmasıdır. Lefke Kapı’da da yine giyotin bir kapı ve üçlü sur sistemi göze çarpıyor.
Lefke Kapı’nın bazı bölümlerinde Eski Yunanca yazılmış çeşitli kitabeler yer alıyor. Bu gibi değişik malzemeler yine İstanbul Kapı’da olduğu gibi antik Roma tiyatrosundan sökülüp buranın müdafaasında kullanılmış. Bu kapının hemen bitişiğinde ise altından arabayla geçtiğimiz bir de antik su kemeri var. Bu İznik’teki tarihi yapılar gayet seyre değer yapılardır. Geniş bir zamanda tekrardan gezmek gerek.
Lefke Kapı’nın hemen karşısında bir müslüman mezarlığı ve biraz ilerisinde Çandarlı Halil Hayrettin ve Ali Paşa türbeleri bulunuyor.
Abdülvahap Sancaktari Tepesi
Abdülvahap Sancaktari türbesinin de yer aldığı bu tepeye çıkıp etrafı seyre daldık ve birer çay içtik. Tabi ki beni burada etkileyen şey türbe değil, karşıda İznik Gölü manzarasında yer alan tarihte kurulmuş on altı Türk Devleti’nin bayrakları oldu.
İznik Ayasofyası
İznik, 1331 yılında Orhan Gazi tarafından fethedilince kiliseden camiye çevrildiği için Ayasofya’ya ayrıca Orhan Camii de denmektedir.
Caminin girişindeki levhada ise “İznik’in yerleşim yeri olarak kullanılmaya başlandığı ilk zamanlarda ibadet mekanı olarak inşa edildiği tahmin edilen bu yapı Romalılar döneminde de ibadethane olarak kullanılmış, 4. yy’da eski ibadethane temelleri üzerine kilise yapılmış, 11. yüzyılda depremden sonra mimarisinde önemli değişiklikler yapılarak nefler, payeler ve bunların arasında yerleştirilen sütunlarla ayrılmıştır” yazmaktadır. Devamında ise 16. yüzyılda geçirdiği yangından sonra Mimar Sinan tarafından tamir edildiği yazıyor.
İznik Ayasofyası 787 yılında 7. Ruhani Konsül’ün burada toplanmış olmasıyla Hristiyanların bir nevi hac yeridir. Hristiyanlar için kanun sayılan maddeler burada karara bağlandığı için İznik Ayasofyası Hristiyanlar için çok önemlidir.
Bu tarihi yere vardığımda, beni müzecilik anlamında hayal kırıklığına uğratacağından habersiz bir şekilde heyecanlıydım. Evet, hayal kırıklığı diyorum. Çünkü içeride ne bilgilendirici bir yazı, ne neyin ne olduğunu gösteren bir yazı, ne de bir ufak broşür vardı. Gerçekten utanç verici. Buna rağmen içeriyi kabataslak gezdik. İlgi çekici yerlerin başında içeriye ilk girişte yerdeki mozaikler ve en arka tarafta konsülün toplandığı yer geliyor.
İznik’te beni etkileyen diğer bir şey ise sokak ve cadde aralarında duvarlarda mahalle ve sokak isimlerinin çini üzerinde yazılıp duvara monte edilmesiydi. Gerçekten İznik’e has bir özellik olduğunu belirten müthiş bir şey.
Gezip gördüğüm yerler itibariyle her karış toprağıyla tarih kokan İznik’teki gözlemlerimi ve bildiklerimi aktarmaya çalıştım. Umarım daha geniş bir zamanda daha detaylı bir şekilde gezmek nasip olur.
Seyahat fotoğraflarım ve videolarım için beni sosyal medya hesaplarımdan da takip edebilirsiniz.
INSTAGRAM : @seqununseyahatnamesi